DAMLA DERÇİN YAZDI: BİR MİMARIN GÖZÜNDEN ANTALYA
Her şehrin bir dili vardır; kimi gürültüyle konuşur, kimi sessizce anlatır. Antalya ise ışıkla konuşur. Burada güneş sadece ısıtmaz, mekânı biçimlendirir; gölge ise sadece serinletmez, anlatır. Işığın taşla kurduğu ilişkiye, gövdeyle boşluk arasındaki dengeye bakarım. Antalya’da ise bu denge sadece çizim kâğıdında değil, gerçek bir kent dokusu içinde yaşar.
Bu şehirde yürümek demek, zamanlar arasında dolaşmak; taşın, ağacın, suyun ve mimarinin birbirine fısıldadığı bir hikâyeye kulak vermek demektir. Ve bu hikâye, yalnızca mimarların değil; artık her turistin de bildiği bir dile dönüşüyor. Çünkü Antalya’da herkes bir kare yakalamanın, aslında bir kültürü yakalamak olduğunu hisseder.
Zamanın Katmanlarıyla İnşa Edilmiş Bir Kent
Antalya’ya mimar gözüyle bakmak, zamanın katmanlarını aynı anda görmek demektir. Roma’nın taş kemerleriyle Osmanlı’nın ahşap cumbaları, modern betonarme detaylarla yan yana durur burada. Hadrian Kapısı mesela bir anıttan öte, taşın zamanla kurduğu ilişkiye tanıklık eder. Işık, o kemerlerin arasından geçerken yalnızca mimariyi değil, geçmişi de görünür kılar.
Yivli Minare’ye baktığımda, yalnızca bir yapının estetiğini değil, yükseklikle kutsallığın birleştiği bir dili görürüm. Bugünün Instagram çağında ise bu minare, dijital bir siluete dönüşür; belki de Antalya’nın en çok paylaşılan, en çok ‘etiketlenen’ yapısıdır. Mimarın çizdiği çizgi, artık binlerce ekranın köşesine sığar.
Turist, Artık Ziyaretçi Değil: Gözlemci ve Yorumcu
Mimar gözüyle şunu çok net görüyorum: Artık turist, sadece izleyen değil; anlatan, belgeleyen, yeniden şekillendiren bir aktör. Sosyal medya, mimariyi sadece bir estetik fon değil; etkileşime girilen bir obje hâline getirdi. İnsanlar bir binaya artık sadece “güzel” deyip geçmiyor, onu kadrajlıyor, açısını arıyor, ışığını bekliyor. Antalya’nın taş sokaklarında, o cumbalı evlerin önünde saatlerce bekleyen bir turist varsa, bilin ki orada bir hikâye, bir mimari diyalog yaşanıyordur.
Kaleiçi bu açıdan yaşayan bir müzedir. Cumbalı evler, avlular, taş duvarlar, begonvil sarkıtları… Her biri, yapının sadece işlevsel değil; duygusal birer varlık olduğunu hatırlatır bana. Ve turiste de bunu hissettirir. İşte bu, mimarinin turizme kattığı en derin şeydir: görünmeyeni hissettirmek.
Modern Yapılarla Kurulan Yeni Diyalog
Antalya sadece geçmişte yaşamaz. Cam Piramit gibi modern yapılar, şehrin mimari belleğine çağdaş bir parantez açar. O keskin çizgiler, o yansıtıcı yüzeyler, tarihi yapılarla çatışmaz; aksine, onlarla yeni bir diyalog kurar. Biz mimarlar için önemli olan da budur: Tarihi korurken, bugünü üretmek. Antalya’da bu denge zaman zaman zorlanır ama başarılı örnekler bize umut verir.
Bir turist Antalya’ya geldiğinde, bir bina incelediğini düşünmez. Ama o binaya bakarken durur, çantasını indirir, telefonunu çıkarır, kadrajı ayarlar. Belki de fark etmeden bir mimarlık deneyimi yaşar. Biz mimarlar, tam da bunun için tasarlarız. Bir yapı, bir pencere, bir gölge çizgisi. Hepsi, insanla ilişki kurmak için vardır.
Antalya’da bir kare yakalamak demek; sadece bir fotoğraf değil, bir zaman dilimi, bir kültür katmanı ve bir mimarlık hikâyesi yakalamak demektir. Ve bizler, o hikâyenin satırlarını taşla, ahşapla, ışıkla yazarız.